Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararlarına Karşı Kanun Yollarına Başvuru Sorunu
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı sadece itiraz kanun yoluna başvurulabilmektedir ancak Yargıtay’ın içtihatları, itiraz mahkemesinin objektif koşullar yanında esasa ilişkin inceleme yapması gerektiği yönünde değişmiştir. HAGB kararlarına karşı kanun yolunun itiraz olduğunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) açıkça düzenlenmiş olduğu görülmektedir (m.231/12). Ceza Muhakemesi sistemimizde temyiz kanun yolu, yalnızca hükümler bakımından kabul edilmiştir. Hükümler ise CMK’nın 223’üncü maddesinde sınırlı olarak sayılmış olup, hüküm niteliğinde olmayan HAGB kararları bunlar arasında yer almamıştır. HAGB Türk Ceza kanununda geniş bir uygulama alanına sahiptir. Yazımızın konusunu, HAGB uygulamasında en çok tartışılan HAGB kararlarına karşı kanun yolu (itiraz) incelemesi teşkil etmektedir. Zira İtiraz Mahkemesine yapılan başvuruların tamamı neredeyse reddedilmektedir. Bunların neden reddedildiğini aşağıda örneklerle açıklayacağız.
İtiraz İncelemesinin İçeriği
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, hüküm fıkrasında esas itibarıyla iki karar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, CMK’nın 223. maddesi anlamında “hüküm” sayılan ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle kesinleşmesi askıya alınan mahkûmiyet, diğeri ise anılan hükmün üzerine inşa Edilen ve onun kesinleşmesini engelleyen, askıya alan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci karar, CMK.nın 223.maddesi anlamında hüküm değildir. Açıklanması geri bırakılan (ertelenen) şey, Mahkumiyet Hükmünün kendisi değil doğurduğu Hukuki sonuçlardır. Yargıtay’ın 2003 yılına kadar olan emsal kararlarında, İtiraza tabi kararın mahkûmiyet hükmü değil, HAGB kararı olduğu, bu nedenle itiraz üzerine kararı veren mahkemenin ve itiraz merciinin yetkisinin bu karar ile sınırlı olması gerektiği vurgulanmaktaydı. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hallerde, mahkûmiyet hükmünün açıklanmamış durumda olduğu, dolayısıyla mahkûmiyet kararının bir hüküm olduğu ve temyiz kanun yoluna tabi olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte, mahkûmiyet kararı açıklanmadığından hukuken varlık kazanmamış olduğu, ancak hükmün açıklanması, düşme kararının verilmesi veya yeni bir mahkûmiyet hükmünün tesisinden sonra temyiz incelemesine konu olabileceği ifade edilmekteydi. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.1.2013 tarih ve 2012/10-534 E. 2013/15 K. Sayılı Kararı ile önceki (YCGK’nun 3.2.2009 tarihli, E.2009/4- 13, K.2009/12 sayılı kararındaki) görüşünden tamamen vazgeçtiği görülmektedir. Bu ve bundan sonra verilen birçok Yargıtay kararında; itiraz incelemesinin sadece m.231/6’daki koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği ile sınırlı olmayacağı, bu inceleme kapsamında sübuta ilişkin değerlendirme de yapılabileceği vurgulanmıştır. İtiraz incelemesinin HAGB kararının hem maddi, hem de hukuki yönden incelenmesini gerektirdiği, itiraz merci tarafından ihtiyaç duyulması halinde gerekli inceleme ve araştırmanın yapılması, ya da bunların yapılmasının sağlanmasının gerektiği, itiraz merciince verilen kararların kesin olması nedeniyle mahkemece yeni bir değerlendirme yapılmadan aynı kararın verilmesinin söz konusu olamayacağı, mahkemenin yargılama sonunda vereceği hüküm yeni bir hüküm sayılacağından, verilecek kararın temyiz edilmesi halinde temyiz merciin itiraz merciin belirlediği suç vasfıyla bağlı olmayacağı belirtilmiştir.
Konuya İlişkin Açıklamalar
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı temyiz yolunun kapalı olması, Anayasa Mahkemesi’nce de tartışılan bir konudur. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurularda, ilk derece mahkemesince yapılan itiraz denetiminin usule ilişkin olduğu, HAGB kararı hakkında beş yıl denetim süresince esastan inceleme imkânı bulunmadığı, mahkeme tarafından denetimli serbestlik tedbirleri olarak kişi hürriyetini kısıtlayan yükümlülükler yüklenebileceği, bu durumun Anayasa’nın 2, 5 ve 36. maddeleriyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ve hukuk devleti ilkelerine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin kararlarında; HAGB kararlarına itiraz edilebileceği belirtilmekle birlikte, temyiz yolunun kapatılmadığı, itiraz yolunun da verilen kararın bir üst merci tarafından yeniden gözden geçirilmesini sağlayan ve kararın sağlığı bakımından güvence oluşturan kanun yollarından biri olduğu ifade edilmiş, HAGB kararlarının sanık hakkında hukuki sonuç doğuran kesin hüküm niteliğinde olmadığı, deneme süresi sonunda verilecek düşme veya geri bırakma koşullarına uyulmaması halinde verilecek kararla birlikte temyiz denetiminin mümkün olduğuna vurgu yapılmış, söz konusu düzenlemede Anayasa aykırılık bulunmadığına karar verilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu kararın itiraz aşamasında esastan incelenememesinin, dolayısıyla beş yıl süreyle hükmün içeriğine ilişkin inceleme yapılamamasının hukukun genel ilkelerine uyarlı olmadığı kanaatindeyiz.Bu sebeple Anayasa Mahkemesi Kararına maalesef katılamıyoruz. Sanığa isnat edilen suçun unsurlarının oluşup oluşmadığı, suçun sübuta erip ermediği gibi hususların, denetim süresi sonunda açıklanan veya verilen hüküm üzerine Anayasa Mahkemesi Kararında da belirtildiği üzere temyiz kanun yolu ile incelenebileceği ileri sürülebilir. Temyiz yolu ile incelenmesi mümkün olan hukuka aykırılıkların denetim süresi sonuna kadar incelenememesi; özellikle noksan kovuşturma hallerinde delillerin karartılması, mahkûmiyet kararı verilmemesi gereken (düşme, red, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, ceza verilmesine yer olmadığı ve beraat hükümleri) hallerde verilen mahkûmiyet kararlarının ortadan kaldırılmasının geciktirilmesi, yargılamanın uzaması ile adil yargılanma hakkının ihlali, HAGB kararı ile birlikte ileride beraat edecek sanıkların denetim süresine tabi tutulması ve haklarında denetimli serbestlik tedbiri uygulanması sonuçlarını doğurur. Bu sakıncalar ve sonuçlar da göz önüne alındığında; açıklanmayan mahkûmiyet hükmünün, hükmün açıklanması, düşme kararı verilmesi ya da yeni bir mahkûmiyet hükmü kurulması anına kadar temyiz kanun yolu ile incelenememesinin doğru olmadığı inancındayız.
Diğer taraftan Kanun’a daha sonra eklenen ‘‘Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme halinin bulunmaması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez’’ koşulunun getirilmesiyle, ortaya çıkmamış bir hükmün açıklanmasını isteyip istemediğinin sanığa sorulması bizlere pek mantıklı gelmemektedir. Ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğinin kovuşturmanın hangi devresinde sorulması gerektiği de kanunda düzenlenmemiştir. Uygulamada genellikle yargılama süresinin uzamasını engellemek için, sanığa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediği de sorulmakta, hatta kovuşturmanın daha ilk devresinde sanığın bu konudaki beyanı zapta geçmektedir. Bu uygulama nedeniyle, sanık kendi geleceği üzerine bir risk hesabı yapmak zorunda bırakılmaktadır. En önemlisi, sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını daha duruşmanın başında kabul etmesini sanığın suçu işlediği hususunda mahkemeyi etki altında bırakabileceği de unutulmamalıdır. Halbuki Hüküm sanığa okunmalı, hükmün açıklanmasını geri bırakılmasının sonuçları açıklanmalı, uygulanmasını kabul edip etmediğinin sorulması, değerlendirme yapması imkânı tanınması, bu şekilde adil yargılanma ilkesi ile hareket edildiği izleniminin verilmesi gerekir.
Diğer taraftan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının nihai bir hüküm içermediği için sanığa herhangi bir etkisi olmayacağı varsayımının doğru olmadığı Yargıtay Kararlarına da yansımıştır. Özellikle HAGB kararlarının idari düzenlemelerde belirli statüler açısından aranan niteliklerde engel oluşturması ve disiplin soruşturmalarına esas alınması her zaman için mümkündür. Ayrıca, HAGB kararlarının beş yıllık denetim süresince esastan incelenememesinin, dolayısıyla muhakemede ortaya çıkmış olası hukuka aykırılıkların denetlenememesinin İHAS›nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve Sözleşmenin Ek 7 nolu Protokolüne açıkça aykırı olduğu öğretide de vurgulanmaktadır. Öte yandan, hükmün açıklanması kararı verilerek sanığın beş yıl boyunca denetim süresine tabi tutularak özgürlüğünün kısıtlanması ve yaptırımlara tabi tutulmasının aynı şekilde İHAS›nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlal edeceği, itiraz incelemesinde açıklanması geri bırakılması hükmün içeriğine ilişkin olan hukuka aykırılıkların denetlenememesinin ise İHAS›ne Ek 7 numaralı Protokol’ün 2. maddesinde “cezai konularda temyiz hakkı (cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı)” başlığı altında düzenlemeye aykırı olacağı Yargıtay kararlarına da yansımıştır. Yükümlülüklere uyulması nedeniyle düşme kararı verilmesi gereken hallerde ise, düşme kararı hukuki niteliği itibariyle sanık lehine bir hüküm olduğundan çoğunlukla temyiz edilmemesi, temyiz edildiğinde ise temyiz merci tarafından yine aynı gerekçeyle ve aradan geçen süre itibariyle çoğunlukla esasa yönelik kapsamlı bir inceleme yapılmadığı dikkate alındığında, HAGB kararına esas hükümdeki hukuka aykırılıkların giderilememesi sonucunu doğurduğu muhakkaktır. Soruna mağdur/suçtan zarar gören kimseler açısından bakıldığında ise; öncelikle HAGB kararının verilmesi ile mağdur suçun cezasız kaldığını düşünerek bir nevi bu durumdan hoşnut olmaktadır. Halbuki, İtiraz mercii esastan inceleme yapmamakta, mağdurun adalete erişimini kısıtlamakta ve hak arama özgürlüğünün önünde bir engel olmaktadır.
HAGB kararları toplam karar sayısının % 15’ini, mahkûmiyet hükümleri ile kıyaslandığında ise % 47 gibi hayli yüksek bir orana tekabül etmektedir. Bu da itiraz mahkemelerine ağır iş yükü bindirmektedir. Bu nedenle İtiraz mahkemeleri asıl dava dosyalarının yanında itiraz davalarını da esasına girmek suretiyle yeterince inceleyememektedir. Böylece itiraz incelemesinin olumsuz kararları yanında yoğun iş yükü nedeniyle etkin bir kanun yolu olmadığı açıkça görülmektedir. Bu da adil yargılanma hakkının ne derece etkin kullanıldığına dair bir delalet olmaktadır. En önemlisi, itiraz mahkemesi üst derece yargı merci olmadığı için ilk derece mahkemesi kararının itiraz mahkemesince incelenmesinin İHAS›nin 6/1. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve Sözleşmenin Ek 7 nolu Protokolü ile ne derece uyumlu olduğu da tartışmalıdır.
Sonuç olarak, Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı itiraz mahkemelerine verilen dilekçelerin tamamına yakını reddedilmektedir. Bunun sebebi, yukarıda açıkladığımız üzere, incelemenin sadece şekli anlamada denetlenmesinden ileri gelmektedir. Halbuki İtiraz merciinin esastan inceleme yapmadığı takdirde yargılama sürecinde ortaya çıkmış hukuka aykırılıklar hüküm açıklanmadığı sürece denetlenmeyecektir. Böylece yargılamadaki Hukuka aykırılıkların denetlenmeden üstünün örtülmesi söz konusu olacak ve denetim süresi sonuna kadar sanığın aklanma(beraat etme) imkanı kalmayacaktır. Halbuki HABG kararları hükmün esasına ilişkin kararlar olduğu için, bu kararların bir üst derece mahkeme tarafından (temyiz mahkemesi, istinaf mahkemesi) denetlenmesi gerekmektedir. itiraz mahkemelerinin objektif unsurlar ve şekli denetim dışında hükmün esasına da girerek denetleme yapması, bu yolla Adil Yargılanma İlkesinin hakkaniyetli bir şekilde uygulanması, yapılacak bir yasal düzenleme ile sağlanacaktır, düşüncesindeyiz.
Referanslar
Dr. Ali Tanju Sarıgül, T.B.B. Dergisi. Sayı:125, Ankara.
Dr. Akif Yıldırım, Mayınlı bir alan: Hükmün Açıklanmasının geri Bırakılması Kararının Denetimi. Hakim, Anayasa Mahkemesi Raportörü.